Umit Ozlale
13 min readJul 11, 2022

Asgari Ücretliyi Açlıkla Terbiye Etmek…

Bu tatil gününde asgari ücret ve açlık sınırı hakkında alttaki uzun yazıyı okuyup canınızı sıkmak istemiyorsanız özet geçelim. Bu ülkede kayıtlı çalışanların yaklaşık yarısının aldığı asgari ücreti açlık sınırı üzerinden tartışmak, milyonlarca dar gelirliyi açlıkla terbiye etmek, emeğin itibarsızlaşmasında gelinen son noktadır. Bu tartışmanın kendisi bile AKP’nin çalışana kendisini değersiz hissettirip yoksulluğu yönetme stratejisinin önemli bir parçasıdır. Konuk yazar olarak asgari ücret tartışmasını tüm boyutları ile Halk TV’de yazdım. Şimdi detaylar…

Kıraathane masasında asgari ücret açıklaması

Türkiye geçen hafta kıraathane masasını andıran bir ortamda yeni asgari ücreti öğrendi. Kararın geç ve artış oranının Sayın Erdoğan tarafından yanlış açıklanması, mikrofonu kapatmaya bile gerek görmeden yapılan soğuk espriler iktidar partisinin ve masadaki diğer paydaşların emeğe bakış açısını ve özensizliklerini bir kez daha gözler önüne serdi.

Peki Türkiye neden asgari ücret artışına bu kadar kilitlendi? Her ne kadar TİSK Başkanı o toplantıda “asgari ücretin başlangıç ücreti olduğunu unutmamak lazım” diyerek doğru bir tespit yapsa da vasatlık tuzağında boğulan ülkemiz için asgari ücret bundan çok daha fazlası… 2020 itibariyle Türkiye’de kayıtlı çalışanların %42,7’si, yani yaklaşık yarısı asgari ücret alıyor. Bu oran yüksek mi? Yüksek değil, çok yüksek! Avrupa Komisyonu verileri ile karşılaştırma yaptığımızda, ücretliler arasında asgari ücretin %105’inin altında geliri olanların payı 2018 yılında Türkiye’de %41,8. Avrupa’da bizden sonraki en yüksek oran ise %15,2. Bu oran, birçok orta teknolojili sektörde rekabet ettiğimiz Doğu Avrupa ülkelerinden Polonya’da %12,1, Macaristan’da %7,7. Yani işgücü piyasamızda bir asgari ücret baskınlığı var ve bu durumu aşamadıkça asgari ücret emekçinin yaşam standardını belirlemeye devam edecek. O yaşam standardını da utanmadan, sıkılmadan açlık sınırı üzerinden tartışmak, çalışana aç kalmamaktan daha fazlasını reva görmemek, insanı değersizleştiren bu ruh halini olağanlaştırmak asgari ücretin miktarından daha fazla düşündürücü.

Sorun sadece asgari ücrette mi?

Keşke sorun sadece asgari ücrette olsa. Ülkemizde diğer kayıtlı çalışanların ücretleri de asgari ücrete yakın. Şimdi sıkı durun: ülkedeki ücretlerin üçte ikisi asgari ücretin 1,5 katının altında! Aylık net ücreti 2 asgari ücretin üzerinde olanların oranı ise sadece %18. Yani bu ülkede her beş çalışandan sadece biri asgari ücretin iki katından daha fazla para kazanıyor. Tam da bu noktada müjdeler olsun diye açıklanan son konut kampanyasında 1 milyon TL’lik konut kredisi için ayda ödemeniz gereken miktarın 14 bin TL olduğunu hatırlayarak AKP’nin bu kampanyalarla kimi düşünüp kolladığını bir kez daha idrak etmekte fayda var.

Gençlerde durum nasıl?

Giderek daha fazla asgari ücrette eşitlenmemizin en üzücü yansımalarından birini gençlerde görüyoruz. 22–24 yaş grubundaki ücretlilerin ortalama ücreti 2014’te asgari ücretin 1,23 katı iken bu oran 2020’de 1,01’e geriledi. Evet yanlış okumadınız, bugün 22–24 yaş grubundaki gençlerin ortalama ücreti asgari ücrete neredeyse eşit.

22–24 yaş grubundaki üniversite mezunları için de durum çok farklı değil. Eğer üniversite mezunuysanız ve 22–24 yaş grubundaysanız ortalama olarak asgari ücretin sadece 1,14 katını alabiliyorsunuz. O zaman sormak lazım: Üniversiteli gençlerin iş beğenmediği safsatasına nasıl bu ülkede prim yapabiliyor? Yoksa Türkiye giderek gençlerini sevmeyen bir genç ülkeye mi dönüşüyor?

İşin net olan kısmı şu: yükseköğrenimin getirisinin giderek eridiği bir emek piyasasıyla karşı karşıyayız. Hal böyle olunca da asgaride eşitleniyoruz. Eğitimin kalitesi, işlerin kalitesi ve en nihayetinde ücretler asgari olunca hayaller de asgari hale geliyor. Yoksa KPSS’den 85 üstü alabilecek kabiliyette bir gencin devlet memuru olmayı hayal etmesini başka nasıl açıklayacağız?

Enflasyonla eriyen reel ücretler ve emeğin milli gelir içindeki payı

Bildiğiniz gibi asgari ücret artışlarını işgücü piyasasının üç tarafı olan işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan tespit komisyonu belirliyor. Bir sonraki yılın asgari ücretini belirleyecek olan bu komisyon kararı Aralık ayında belirliyor. Komisyonun genel eğilimi de eldeki son enflasyon verisi olan Kasım TÜFE yıllık enflasyonunun üzerine bir prim ekleyerek asgari ücret artışını belirlemek. Gel gör ki fiyat istikrarı ve enflasyon beklentilerinin bozulduğu dönemlerde mevcut enflasyon verisini kullanarak yeterli bir asgari ücret artışı belirleme de imkansızlaşıyor. İşte size en güncel örnek: Hatırlayacağınız gibi 2022’de %50,5 gibi oldukça yüksek bir asgari ücret artışına gidilmişti. Yüksek denmesinin sebebi ise Kasım’daki enflasyonun üzerine 29,2 puanlık bir prim eklenmesiydi. Oysa çok değil bir ay sonra Aralık 2021 yıllık TÜFE enflasyonu %36,08 oldu ve asgari ücretteki enflasyon primi bir anda 29,2’den 14,4’e geriledi. Orada kalsaydı iyiydi ama Haziran 2022’de TÜFE enflasyonu %78,62’ye fırlayınca bekar ve çocuksuz bir asgari ücretlinin reel ücreti %28,1 azalmış oldu.

Üstteki bekar ve çocuksuz vurgusu boşuna değil. Yeni asgari ücret düzenlemesi ile asgari ücret üzerindeki gelir vergisi kaldırıldığından bir vergi iadesi yöntemi olan asgari geçim indirimi de kalkmış oldu. Bu nedenle evli ve çocuklu hanelerdeki reel ücret erimesi daha yüksek oldu. Örneğin eşi çalışmayan ve 2 çocuklu bir asgari ücretlinin 2021’e kıyasla reel ücretindeki azalma %34,9. Yani sonuç olarak enflasyonla mücadele etmeden, fiyat istikrarını sağlamadan asgari ücrette yapacağınız iyileştirmenin çok bir anlamı olmuyor. Tabii burada hemen “asgari ücreti arttırırsak enflasyon artar” diyerek halkımızın sınırlarını ve bizim sinirlerimizi zorlayan kesime de bir cevap vermek gerekiyor. Bu kesim ya çalışanların yaklaşık yarısının ücretini arttırmayıp bütün ülkeyi toplama kampı kıvamına getirmekte bir beis görmüyor, ya da bu yüksek enflasyonun temel sorumlusunun başta para politikası olmak üzere uygulanan ekonomi politikaları olduğunun farkında değil. Ne de olsa yapılan yanlışların bütün maliyetini çalışan kesime ya da vergi mükellefine yükleyerek işin içinden sıyrılma isteğinin bu ülkede yaygın olduğunu biliyoruz.

Reel ücretlerin erimesi çok önemli bir problemi de beraberinde getiriyor. O da emeğin milli gelir içindeki payının azalması. Türkiye’de işgücü ödemelerinin ilk çeyrek gayri safi katma değeri içindeki payı son 14 yılın en düşük düzeyi olan %31,49’a geriledi. Son 5 yılda çalışılan saat başına verimlilik yüzde 24 artmasına rağmen birim ücret endeksinin yüzde 8 azaldığını görüyoruz. Yani verimlilik artışının ücretlere yansımadığı ve sonuç olarak da emeğin toplam katma değer içindeki payının rekor derecede azaldığı bir durum ortaya çıkıyor. Böyle bir ortamda iş ve toplum huzurunun korunabilmesi mümkün değil.

Şunu da not etmek gerekir: Emeğin milli gelirden aldığı payın düşmesi ve oluşan kronik talep açığı sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın sorunu. Özellikle kronik talep açığı konusunda ekonomi duayeni Yılmaz Akyüz Hocamızın bu konudaki tespitlerini okumanızı şiddetle öneririm.

Asgari ücret artışı nasıl belirlenebilir?

Peki, asgari ücret nasıl belirlenebilir? İlk akla gelen çözümlerden biri enflasyona endekslemek. Her ne kadar ILO asgari ücretteki artışın enflasyona endekslenmesinde bir atalet riski görse de ücret artışlarının her zaman enflasyona neden olacağı sonucuna kapılmamak lazım. Nitekim üstte de yazdığım gibi Türkiye’de enflasyonun temel sebebi yanlış para politikası sonucu olarak karşılaştığımız kur şoku.

Peki asgari ücreti enflasyona endekslemekten başka ne yapılabilir? Asgari ücret bir formüle bağlanabilir. Örneğin Malezya’nın karmaşık denebilecek ama ücretlerin ilgili olduğu tüm alanlara dokunan bir formülü var. Ortalama hanedeki çalışan sayısı başına yoksulluk sınırı ile medyan ücretin ortalamasını hesaplayıp bunu bir katsayı ile çarpıyorlar. Katsayı ise verimlilik artışı ile yıllık enflasyon toplamından reel işsizlik oranının çıkarılmasıyla elde ediliyor. Kosta Rika ise kişi başına gelirdeki artışın %20–40 arasındaki bir bölümüyle enflasyon beklentisinin toplamını asgari ücret artış oranı olarak kullanıyor. Ancak bu süreçte büyüme oranının katkısını ve enflasyon beklentisine bir düzeltme faktörü eklenmesini komisyona bırakıyor.

Bizim de kendi ekonomik yapımıza ve dinamiklerimize göre bir formül üretmemiz mümkün. Aslına bakarsanız bu konuları düşünmesi gereken bir Bakanlığımız da var. Ancak mesele sadece formülün doğru belirlenmesi değil. Enflasyon, büyüme, verimlilik verilerinin de doğru hesaplanması ve güvenilir olması gerekiyor. Örneğin TCMB’nin 28 Ekim 2021 tarihli enflasyon raporunda 2022 yıl sonu enflasyon tahmini %11,8. Daha 9 ay geçti, enflasyon yüzde 78! Dolayısıyla bu oranı kullanacağınız bir formül zaten her koşulda 2022 için yetersiz bir ücret artışı verecekti.

Nedir bu açlık sınırı?

Çoğu ücret tartışmasında referans kabul edilen açlık ve yoksulluk sınırlarını TÜRK-İŞ 1987’den beri hesaplıyor. TÜRK-İŞ’in hesabının öznesi 4 kişilik temsili bir hane. Açlık sınırı da aslında bu hanenin dengeli beslenmek için bir ayda yapması gereken gıda harcamasını temsil ediyor. Buradaki “dengeli beslenme” ifadesi önemli zira aç kalmamak için sağlıksız ama karbonhidrat yoğun bir beslenme kalıbıyla günlük kalori ihtiyacınızı daha ucuza karşılama imkânınız var. Örneğin Sayın Erdoğan’ın daha o zamanlardan bugünleri öngörerek yaptığı “her öğün bir simit” hesabıyla 4 kişilik hanenin ihtiyaç duyduğu aylık gıda harcaması 1800 TL oluyor. TÜRK-İŞ’in Haziran 2022 için açıkladığı açlık sınırı ise 6391,2 TL. Tabii bir de Sayın Bakan’ın açıklamaları var. O da açlık sınırının 3500–4000 TL arasında bir yerde olduğunu söylüyor ama teknik bir detay yok! Çalışma Bakanlığı’nın web sayfasına gittiğinizde orada da açlık sınırıyla ilgili herhangi bir istatistik görmüyorsunuz. Peki, üzerinde bir uzlaşma dahi oluşmadığı görülen açlık sınırı neden asgari ücret tartışmalarında bu kadar çok kullanılıyor?

Tüm bu olumsuz görünüm asgari ücret-açlık sınırı karşılaştırmasını haklı çıkarıyor mu? Ben TÜRK-İŞ’in sürekli açlık sınırı üzerinden bir tartışma yürütmesini emekçi sınıfında “aç kalmadık, şükürler olsun!” psikolojisi oluşturacağını düşünüyorum ve bunu tehlikeli buluyorum. Diğer taraftan sendika üyesi ve ücretleri toplu iş sözleşmeleri ile belirlenen işçilerin gelirlerinin asgari ücretin üzerinde olduğunu biliyoruz. O zaman şu soruyu sormak en doğal hakkımız oluyor: Neden kayıtlı işçilerin sadece %14,3’ü sendika üyesi? İşçi sendikalarının açlık sınırını hesaplamaya harcadığı gayreti sendikalaşma oranını artırmada da göstermesi gerekmiyor mu?

Açlık sınırı doğru hesaplanıyor mu?

Yazının açlık sınırının hesaplanmasıyla ilgili olan bundan sonraki bölümü biraz teknik.

Asgari ücretten bağımsız olarak açlık sınırını doğru hesaplıyor muyuz? Aslında bunu TÜRK-İŞ’in hesaplamalarına alternatif olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın hesaplamasını bekleriz. Ancak böyle bir hesapları olmadığını, varsa da kamuyla paylaşmadıklarını biliyoruz. Geçen seneye kadar Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun belirttiği yöntemi kullanarak TÜİK ağır, orta ve hafif iş kollarında çalışan ortalama işçiler için günlük gıda harcaması tutarını ve yaşam maliyetini hesaplardı. Artık bu da hesaplanmıyor. O zaman yaşam maliyeti konusunda referansımız işçi sendikaları oluyor. TÜRK-İŞ’in 1987’den beri hesapladığı açlık sınırını DİSK de hesaplamaya başladı ve ikisi arasında metodolojik farklılıklar var. Bu bölümde hem açlık sınırını ilk hesaplayan kuruluş olması hem de tartışmalarda referans kabul edilmesi nedeniyle TÜRK-İŞ’in açlık ve yoksulluk sınırlarını metodolojik açıdan inceleyelim.

TÜRK-İŞ’in açlık sınırı Hacettepe Üniversitesi’nin 2000’lerin başında hazırladığı dengeli beslenme kalıbına ve 4 kişilik temsili hanenin günlük enerji ihtiyacına dayanıyor. Bu meşhur 4 kişilik hane yetişkin erkek, yetişkin kadın, 15–19 yaş grubunda genç erkek ve 4–6 yaş grubunda bir çocuktan oluşuyor. TÜRK-İŞ bu hanenin günlük enerji ihtiyacını 10600 Kcal olarak varsayıyor. Bireylerin günlük enerji ihtiyaçlarını hesaplamada Dünya Sağlık Örgütü Schofield Denklemi’ni, ABD Sağlık Bakanlığı ise 2005’ten beri Tıp Enstitüsü Denklemi’ni kullanıyor. Bunların dışında öne çıkan iki denklem ise 1990’da yayımlanan Mifflin-St Jeor Denklemi ile Roza ve Shizgal’ın 1984’te revize ettiği Harris-Benedict Denklemi. Tüm bu denklemler bireyin cinsiyet, yaş, boy, ağırlık ve fiziksel aktivite yoğunluğu gibi özelliklerini dikkate alarak kilosunu koruması için ihtiyaç duyacağı kalori miktarını hesaplıyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun TÜİK’e verdiği yaklaşım sadece fiziksek aktivite yoğunluğunu dikkate alıyordu. TÜRK-İŞ’in yönteminde de hanedeki yetişkin erkek işçi için hareketli bir fiziksel aktivite düzeyi varsayımı yapıldığı görülüyor.

Diğer yöntemlerle karşılaştırdığımızda hem Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun TÜİK’e verdiği yaklaşımda hem de TÜRK-İŞ’in yaklaşımında yüksek enerji gereksinimi varsayımı yapıldığını söyleyebiliriz. (Tablo 1) Hareketli aktivite düzeyi olan erkek için günlük enerji ihtiyacı 4 yöntemin ortalamasında 3265 Kcal iken TÜRK-İŞ bunu 3500 kabul ediyor.

Diğer taraftan günlük enerji ihtiyacı aslında yaşa, boya ve kiloya göre de farklılaşıyor. Hanehalkı İşgücü Anketi 2019 verilerine göre ülkemizdeki ortalama erkek çalışan yaşı 36,85, kadın çalışan yaşı ise 34,66. Yine TÜİK’in 2019 Sağlık Araştırması’na göre 35–44 yaş grubundaki erkeklerin ortalama boyu 174,4 cm, ağırlığı ise 82,2 kg. Aynı yaş grubundaki kadınlardaki ortalama boy 161,7 cm, ağırlık ise 70,5 kg. Bu değerleri ve Tıp Enstitüsü yaklaşımını kullanarak günlük enerji gereksinimi değerlerini hesapladığımızda TÜRK-İŞ’in temsili hanesi için 1039 Kcal/gün daha fazla enerji gereksinimi hesapladığı sonucuna varıyoruz. (Tablo 2)

Bir de yine Hacettepe Üniversitesi’nin 2015’te yayımladığı Türkiye’ye Özgü Besin ve Beslenme Rehberi çalışmasında güncellediği günlük enerji alım düzeyleri tablosu var. Bu çalışmaya göre günlük enerji gereksinimi 31–50 yaş grubundaki bir erkekte 2623, 31–50 yaş grubundaki kadında 2065, 14–18 yaş grubundaki erkekte 2860, 4–6 yaş grubundaki çocukta ise 1650 Kcal. Bu çalışmayı referans kabul ettiğimizde ise TÜRK-İŞ’in temsili hanesinin günlük enerji gereksinimi 9198 Kcal ediyor. Diğer bir ifadeyle TÜRK-İŞ’in varsaydığından 1402 Kcal daha az enerji gereksinimi olduğu sonucuna varıyoruz.

Açlık sınırı hesabındaki ikinci aşama belirlenen enerji gereksinimini karşılayacak besin listesinin fiyatının hesaplanması. Söz konusu besin listesi süt ve süt ürünleri, et-yumurta-bakliyat, sebze ve meyve ile ekmek ve tahıl gruplarından ürünleri ve yağ, şeker, yağlı tohum, bal, şeker, reçel, tuz, baharat, salça, çay, ıhlamur gibi ürünleri kapsıyor. TÜRK-İŞ bu ürünlerin fiyatlarını Ankara’daki marketlerden ve semt pazarlarından derliyor. Yani açlık sınırı aslında Ankara’da yaşayan 4 kişilik temsili hanenin 2000’lerin başında belirlenen dengeli beslenme kalıbını sürdürebilmek için yapması gereken gıda harcaması. Bu aşamada iki soru öne çıkıyor. Birincisi ülkemizdeki hanelerin gerçek gıda tüketim eğilimleri dengeli beslenme kalıbıyla uyumlu mu? İkincisi ise günlük enerji gereksinimini TÜİK’in Nisan 2022’den sonra yayımlamayı bıraktığı ortalama madde fiyatlarıyla hesaplasak sonuç değişiyor mu?

En güncel Hanehalkı Bütçe Araştırması anket sonuçları 2019’a ait. Bu sonuçları kullanarak hanelerin hangi alanlarda ne kadar tüketim yaptığını inceleyebiliyoruz. Ülkemizde TÜRK-İŞ’in temsili hanesine benzer yapıda yaklaşık 1,3 milyon hane var. Bu haneleri yıllık kullanılabilir gelirlerine göre gruplara ayırıp her gelir grubundaki ortalama gıda harcamasına bakalım. Bu 4 kişilik temsili hanelerin aylık gıda harcaması asgari ücretin 1,05 katının altında geliri olanlarda 689, 1,5–2 asgari ücret arası geliri olanlarda 1000, 2–3 asgari ücret arası geliri olanlarda 1093, 4–5 asgari ücret arası geliri olanlarda 1396, 7 asgari ücretten fazla geliri olanlarda ise 1697 TL. Oysa TÜRK-İŞ’in 2019’da açıkladığı ortalama açlık sınırı 2073 TL idi. Eğer TÜRK-İŞ’in açlık sınırının doğru olduğunu kabul edersek varsaydığı haneye benzer yapıdaki tüm hanelerin %89,6’sının aç olduğu sonucunu da kabul etmemiz gerekiyor. Hatta aylık geliri 7 asgari ücretten fazla olan hanelerin bile %69,8’i aç ya da yetersiz besleniyor gibi bir sonuç çıkıyor.

Bu hesaba dışarıda yemeğe harcanan para dahil değil. TÜRK-İŞ’in açlık sınırı hesabında da dışarıda yemek opsiyonu hesaba katılmıyor. Ancak dışarıda yemeği gıda tüketimine dahil etsek de sonuç pek değişmiyor. Dört kişinden oluşan 1,3 milyon hanenin %78,2’sinin dışarıda yemek dahil toplam gıdaya yönelik harcamaları 2019 ortalama açlık sınırının altında kalıyor. O zaman ya bu haneler nasıl besleneceğini bilmiyor ya da açlık sınırı hanelerin gıda ihtiyacının üzerinde bir tüketim kalıbı varsayıyor.

Peki, açlık sınırı ne olmalı? Dediğimiz gibi bu sorunun cevabını Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın ya da TÜİK’in vermesi gerekiyor. Ancak eldeki verileri kullanarak alternatif açlık sınırı göstergeleri geliştirmek mümkün. Örneğin 2019 verileriyle yaptığımız analizde 4–5 asgari ücret arası aylık geliri olan 4 kişilik temsili hanelerin 2019’daki aylık ortalama gıda harcaması 1395,6 TL çıktı. Bu hanenin aç kalmayacağını varsayarsak 2019’daki gıda harcamalarını Haziran 2022’de de sürdürmeleri için yapmaları gereken harcamanın 3667 TL olduğu sonucuna varıyoruz. Bu hanelerin 2019’daki dışarıda yemek dahil toplam gıda tüketimi ise ortalama 1881,8 TL. Bunu sabit kabul edip gıdaya yönelik tüketimlerini gıda enflasyonu ile şişirerek Haziran 2022’deki değeri nedir diye baktığımızda ise 4945 TL sonucuna ulaşıyoruz.

Ancak bu analiz yeterli olmayabilir. Daha detaylı bir analiz yapmak da mümkün. TÜRK-İŞ tüketim kalıbındaki ürün listesini ve bu ürün fiyatlarını kamuyla paylaşmıyor. TÜİK ise Nisan 2022’den sonra TÜFE sepetindeki ortalama ürün fiyatı paylaşımını durdurdu. Dolayısıyla ürün düzeyinde bir analizi en son Nisan 2022 için TÜİK verilerini kullanarak yapabiliriz? Peki, hangi ürünleri kullanabiliriz? Asgari Ücret Tespit Komisyonu için TÜİK’in hazırladığı ağır, orta ve hafif iş kollarına yönelik günlük ve aylık gıda harcama gereksinimi analizine 5 gruptan 73 ürün dahil ediliyordu. Bu ürünlere/ürün gruplarına yönelik tüketim gereksinimini ve TÜFE’deki fiyatları kullanarak alternatif bir açlık sınırı göstergesi deneyebiliriz.

Dengeli beslenme kalıbındaki ürün grupları birden fazla ürün içeriyor. Birey ürün grubundaki tüm ürünlerden tüketim yapabileceği gibi bir kısmını da tüketebilir. Bu nedenle açlık sınırı senaryoları tasarlarken bu farklılığı dikkate alabiliriz. Birinci senaryoda ürün grubundaki tüm ürünlerin eşit tüketildiğini varsayalım. İkinci senaryoda sadece ürün grubundaki en ucuz ürünün tüketildiğini, üçüncü senaryoda ise gruptaki en ucuz 3 ürünün eşit ağırlıkta tüketildiğini varsayalım. Ağır iş kolunda çalışan ve günlük 3590 Kcal enerji ihtiyacı olan bir işçinin Nisan 2022’de yapması gereken gıda harcaması eşit tüketim senaryosunda 1349 TL, en ucuzdan tüketim senaryosunda 930 TL, en ucuz üç ürünün eşit tüketimi senaryosunda ise 1209 TL çıkıyor. Bu değerlerden elde edilen Kcal başına harcama miktarını ve 4 kişilik temsili hanenin günlük ortalama enerji gereksinimi değerlerini kullanarak açlık sınırı hesaplayabiliriz. Örneğin TÜRK-İŞ’in hane için varsaydığı 10600 Kcal/gün enerji gereksinimini karşılamak için Nisan 2022’de ihtiyaç duyulan harcama miktarı her üründen eşit tüketim senaryosunda 3983 TL çıkıyor. Oysa TÜRK-İŞ’in açıkladığı Nisan 2022 açlık sınırı 5323,6 TL.

Sonuç olarak, açlık sınırı ülke gündemini bu kadar işgal etmeye devam edecekse resmi bir açlık sınırı hesaplanması gerekiyor. Çünkü açlık sınırı aslında yoksulluk sınırını ya da yaşama maliyetinin de belirleyicisi olarak kabul ediliyor. Bu konudaki temel yaklaşım gıdaya yapılması gereken asgari harcamayı belirledikten sonra, gıdanın toplam harcamalar içindeki payını kullanarak yaşamak için yapılması gereken toplam harcamayı hesaplamak. TÜRK-İŞ bu konuda da tartışmaya açık bir yöntem kullanıyor. TÜRK-İŞ’in belirttiğine göre “TÜİK’in 2003–2004 Hanehalkı Tüketim Harcamaları Anketi’ne göre gıda harcamalarının toplam tüketim harcamaları içindeki payı yüzde 30,70 oranındadır”. Bu oranı yıllardır sabit tutan TÜRK-İŞ, açlık sınırından yoksulluk sınırını türetirken şu formülü kullanıyor: Açlık sınırını 30,7’ye böl 100 ile çarp. Yani yoksulluk sınırı açlık sınırının sürekli 3,26 katı oluyor. Oysa gıda harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı zamanla değişiyor. Örneğin TÜİK verilerine göre 2003’te Türkiye’deki toplam harcamaların %27,5’i gıda ve alkolsüz içeceklere yapılırken bu oran 2012’de %19,6, 2019’da ise %20,8 oldu. Yani açlık sınırında olması gerekenden yüksek varsayımlar kullandığını söyleyebileceğimiz TÜRK-İŞ, açlık sınırından yoksulluk sınırına geçerken düşük bir çarpan kullanıyor gibi bir sonuçla karşı karşıyayız.

Açlık sınırını 4 kişilik temsili bir hane için hesaplıyorsak, açlıktan yoksulluğa geçerken yine bu haneye benzer hanelerin tüketimleri içinde gıda harcamasının payını kullanmak daha doğru olabilir. Bu oran 2019 için %20,9. Eğer buna ev dışı gıda harcamasını dahil edersek %27,3’e çıkıyor. Eğer sadece gıda harcamasını kullanırsak yoksulluk sınırı açlık sınırının 4,79, ev dışı gıda tüketimini (lokanta, kafe vb.) dahil edersek de 3,66 katı olmalı. Özetle 4 kişilik temsili hanemizde 9561 Kcal/gün enerji gereksinimi varsayımını ve ürün gruplarındaki en ucuz üç ürünün eşit tüketimi senaryosunu kullandığımızda Nisan 2022’de açlık sınırı 3221 TL, yoksulluk sınırı ise bunun 4,79 katı olan 15432 TL çıkıyor.

Sonuç

Bundan 10 sene önce orta gelir tuzağı en çok konuştuğumuz konuların başında gelirdi. Neden bir türlü yüksek gelirli ülke olamadığımızı tartışırdık. Uzun bir süredir orta gelir tuzağını konuşmuyoruz. Konuşmayalım da zaten. Çalışanların yaklaşık yarısının aldığı ücretin açlık sınırı üzerinden tartışıldığı bir ülkede çok daha somut sorunlar ve bunların çözüm önerileri üzerinden konuşmamız gerekiyor. İşte tam da bu yüzden İYİ Parti Kalkınma Kongreleri serisine “Eşitlenen Türkiye” temasıyla başladık ve yoksullukla mücadeleyi, kapsayıcılığı, iyi işleri nasıl sağlayacağımızı konuştuk. Eşitliği asgari ücret ve açlık sınırında değil gelişmiş ülkeler standardında yakalamak için somut çözüm önerilerini anlattık. Hala muhalefetin somut çözüm önerisi yok diyenlere duyurulur!